13 Nisan 2014 Pazar

                                 

                                ART NOUVEAU

       Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımıdır. Köklerinin Londra merkezli Arts & Crafts Hareketi'ne dek gittiği söylenebilir.Avrupa ve Amerika’yı etkilemiştir.


19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuş bu akım Türkiye'de Yeni Sanat ya da 1900 Sanatı olarak adlandırıldığı gibi birçok Avrupa ülkesinde de bölgesel olarak değişik adlarla anılmış, adlara uygun olarak da uygulamaların niteliklerinde değişiklikler görülmüştür. Modern Style, Yellow Book Style, Fin de Siecle Style, Jugendstil, Secession Stil bölgesel olarak kullanılan adlara örnektir. Akımın ilk aşamalarında mimarlıktaki gelişmeler daha belirgindir. Kullanılan abartılı barok stili benzeri dekoratif bezeme ve süslemeler sebebiyle Floral Style (Doğal Stil), Style Coup De Fouet (Kamçı Vuruşu Stili) ve Style Anguille ( Stili) olarak da anılmıştır.

     TARİHİ GELİŞİMİ

Orta Çağ'ın gotik sanatını savunan İngiliz estetikçi ve tarihçi John Ruskin’den etkilenen, Praeraphaelit grubu üyesi William Morris, mutluluğun el emeğiyle elde edilebileceği, işçi kesiminin yaşama sevincine bu tür çalışmalar ile ulaşabileceği inancındaydı. İnsan ile maddenin arasına giren makinenin, dolayısıyla endüstriyel gelişimin güzelliği yok ettiği görüşündeydi. Yalnız ve yalnız insan elinin maddeye can verebileceği, Orta Çağ sanatçılarının eserlerinin mükemmelliğinden aldıkları zevkle özgür ve mutlu olduklarını savunuyordu.

Sosyalist fikirlere sahip William Morris; sanatı el emeği niteliğiyle geniş halk topluluklarına mal etmek suretiyle demokratlaştırmak istemiş, sanat kurumları açmış ayrıca imal ve satışın bir arada gerçekleştiği günümüz meslek okulları niteliğindeki atölye-mağaza olan Morris Company’i açmıştır.

W. Morris’in bakış açısı birçok sanatçı tarafından benimsenmiş, desteklenmiş ; bu yolla el sanatlarına dayalı bir sanat akımı oluşmuştur. Endüstriyel gelişmelerle ev yapımı ürünlerin pahalı kalmasıyla fakir işçi kesim yerine zengin koleksiyonculardan rağbet görmüştür. Kısaca endüstriye yenilmiştir.

Art Nouveau ismi 1896 yılında Paris’te açılmış olan, dekoratif mobilya ve aksesuar satan bir mağazadan gelmektedir. Devlet salonuna kabul edilmeyen sanatçıların da bu tür eşyaların alım satımıyla ilgilenmeye başlamasıyla akım güçlenmiş ve anti akademik bir nitelik kazanmıştır.

Art Nouveau, zamanla klasisizmi reddetmiştir. Bu toplumsal değişimi de yansıtan bir durumdur. Darwin sonrası bir toplumda, tanrının varlığının ancak sorgulanabildiği bir zamanda, insan ruhunun karanlık yanları ortaya çıkmaya başlamıştı. Fin de siecle yani “yüzyılın sonu” sanatçıları ve yazarları sis ve loşluğu, parlak gün ışığına yeğlerler. Paris gece hayatından, dansçılar ve hayat kadınlarından ilham alan grafik çalışmalar mimaride Victor Horta’nın Loie Fuller’e tasarladığı tiyatro binası bunu kanıtlar niteliktedir.
Klasisizme sırtını dönen Art Nouveau sanatçıları ilhamı öncelikle doğada aramışlardır. Bitkisel motifler, kadın figürleri, kıvrılan bükülen çizgiler akımın etkilediği her alanda kullanıldı. Bitkileri ve hayvanları düzenli kompozisyonlarda statik bir formda kullanılarak, eskilerin aksine doğanın dinamik kuvvetleri dile getirilmeye çalışılmıştır.

Demirin yapı malzemesi olarak kullanılması mimari için önemli bir devrim hareketi olmuştur. Demir; metro girişlerinde, yapıların değişik bölümlerinde, günlük yaşam araç ve objelerinde hem fonksiyonel hem de süs olarak değerlendirilmiştir.

Demirin kullanımının yanı sıra Art Nouveau’nun karakteristiklerinden birisi de camın yoğun kullanımı, bunun bir sonucu olarak ışık ve aydınlatma çözümleridir. Aydınlatmanın önem kazanmasıyla cam pencerelerle aydınlatılan merdiven ya da hollerin merkez olarak yerleştirildigi yeni bir plan düzenine gidilmiştir.

Art Nouveau mimarlık sanatı 3 aşamada incelenebilir:
  1. 1896-1900 yılları arasında, başka stillerin yansımalarının net olarak görüldüğü dönemde Neo Barok denilebilecek motifler ve bitkisel bezemeler ön plandadır.
  2. "Gotik'i taklit ya da tekrar etmemeli sadece devam etmeliyiz" diyen Antoni Gaudi yapıtlarında renkli yüzeyler, dalgalı formlar, bol dekorasyon ve organik motifler kullanarak bu akımın ilk örneklerini yaratmıştır. Gotik mimari ve Katalan mimarisinin bir sentezi de sayılan yapıtların her yerinde süsleme öğeleri olarak bükük, kıvrık çizgili hacimler kullanılmıştır.
  3. 1905-1914 yılları arası bir geçiş aşamasıdır. Bu dönemde dekoratif süsler sadeleşmiş, çizgiler stilize edilmiş, eğri çizgiler çokgen ve küpler oluşturmaya başlamıştır.
  4. 1925’te uluslararası stil (İngilizce: Style Internationale) uygulamaya geçmiş; eğriler, geometrik figürler, yoğun dekor, sistematik sadelik, fantezi-fonksiyon paralellikleri oluşmuştur.
Art Nouveau'nun el sanatlarını yayma ilkesi 20. yüzyılda endüstriyel tasarım ilkesini oluşturmuş, el sanatlarının fonksiyonel olması gerekliliği vurgulanmıştır. Mimarlıkta da form fonksiyonu izler. Uluslararası stil de aynı zamanda kübik hacimler oluşturur, düz yüzeyler teras nitelikli katlar ve bu formları tamamlar; yalınlaşan tasarımda yüzeyler dik açılarla birleşir. Bu mimari stilinin tanınmış temsilcileri arasında Le Corbusier, Walter Gropius, Mies van der Rohe, Alvar Aalto sayılabilir.


                           THEOHİLE-ALEXANDRE STEIN KİMDİR ?

 İsviçre doğumlu Fransız Art Nouveau ressamı ve grafikerdir.

1890'ların başında, kırsal STEINLEN resimlerinde manzara , çiçek, ve nü gösterilen ediliyordu Salon des Independants . Onun 1895 litografi başlıklı Les Chanteurs des Rues başlıklı bir çalışma cephe oldu Chansons de Montmartre tarafından yayınlanan Éditions Flammarion gösterilen on altı özgün taşbaskı ile Belle Epoque şarkıları Paul DELMET . Onun kalıcı ev, Montmartre ve çevresi, STEINLEN hayatı boyunca en sevdiği konu oldu ve sık sık bölgede hayatın sert yönlerini bazı sahneleri boyalı. Resim ve çizimlerin yanı sıra, aynı zamanda yaptığı heykel sınırlı olarak, en önemlisi rakamlar kediler o da onun resimlerinde çok görülen büyük sevgi vardı.

Steinlen'in düzenli katkı oldu Le Rire ve Gil Blas dergi artı dahil olmak üzere birçok diğer yayınların L'Assiette au Beurre ve Les Humouristes , o ve bir düzine diğer sanatçılar ortaklaşa 1911 yılında kurulan kısa ömürlü bir dergi. 1883 ve 1920 yılları arasında yüzlerce üretti çizimler, bir dizi bir altında yapıldı takma çünkü toplumsal kötülükleri onların sert eleştirilerden politik sorunları önlemek amacıyla.

Théophile Steinlen Paris'te 1923 yılında öldü ve gömüldü Cimetière Saint-Vincent Montmartre'deki. Bugün, onun eserleri de dahil olmak üzere, dünyada birçok müze bulunabilir Hermitage Müzesi'nde de St Petersburg , Rusya . ve National Gallery of Art in Washington, DC , Amerika Birleşik Devletleri.

Bu linkten hakkında daha fazla bilgiye ve görsele ulaşabiliirsiniz.
http://www.steinlen.net/main.php

15 Ocak 2014 Çarşamba


                                      EKPRESYONİZM(DIŞAVURUMCULUK) NEDİR ?


Dışavurumculuk (ekspresyonizm), doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç d

ünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı. Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının duygusal dünyasını aktarmayı hedefler.

Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyladışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak biçim bozma yöntemini kullanır. Edward Munch'un Çığlık adlı tablosu, bunun belirgin bir örneğidir.

Ekspresyonist bir sanat eserini yorumlarken çizgilerin, renklerin kullanımına dikkat edilmelidir. Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi ön plana çıkarırken, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular. Diğer önemli sanatçılar: Gustav Klimt,James Ensur,Oscar Kokoschka.

1910 ve 1930 yılları arasında özellikle Almanya'da etkisini gösteren ekspresyonist mimari, bu anlamda da Bauhaus okuluyla paralleklikler taşır.. Bunun yanında kendine özgü dinamiklerini de belirler. 90 derecelik açıyı ortadan kaldırmak temel teknik olarak düşünülürken, işlevselliği formla bütünleştirme amacı, alışılmamış formların ve yeni malzemelerin kullanılmasıyla ifadeci mimarlık anlayışının kendine özgü dinamiklerini oluşturur. Bauhaus okulunun kurucusu Gropius, ekspresyonist mimarlığın erken döneminin temsilcisi konumundadır. Poelzig, Mendelsohn ve Taut, ekspresif mimarlığın önemli sanatçıları olmuşlardır. Bireysel ve dolayısıyla duygusal tasarım anlayışı, ekspresyonist mimarlığın felsefesidir. 1933 yılında nazi yönetiminin Almanya'da başa geçmesinden 5 yıl sonra ekspresyonist sanat yok olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise brütal bir anlayışla etkinliğini yeniden göstermiştir. Çoğu ekspresyonist sanatçının kaybedilen savaşta yer almasıyla oluşan stres yüklü duygulanımları da dışavurumculuğu doğuran bir faktör olmuştur. 1960'larda yapılan Sydney Opera Binası ise, postmodern ifadeciliğin en önemli yapıtları arasında gösterilir. Dışavurumculuk, kübist, minimalist ya da fütürist anlayışlarla da özdeşleşerek temel bir sanatsal ifade olarak canlılığını sürdürür.




Dışavurumcu resim örneği: Eduard Kosmack'ın portresi, Egon Schiele

                                        EDVARD MUNCH KİMDİR ?

Norveç kültürüne, din, tarih ve şiir yönünden büyük katkıda bulunmuş, köklü bir aileden gelen Edvard Munch, 12 Aralık 1863 tarihinde Oslo’nun kuzeyindeki Löyten’de doğdu. 1868′de, annesinin veremden ölmesinden sonra, eğitimiyle, teyzesi ilgilendi. 1876′da, ablası Sophie’nin de vereme yakalanarak ölmesi, Munch’un içinde onarılmaz bir yara açtı. Bu nedenle de yıllar sonra hasta ve ölü resimlerine gereğinden fazla önem verdi.
Daha sonra, Christiania’da Sanat ve Meslek Okulu’na yazıldı ve heykeltraş Julius Middelthun ile ressam Christian Krogh’tan ders aldı. 1880 yılında «Christiannia’lı Bohemler» grubuna katıldı ve kısa bir süre için Paris’e giderek döndü.
Empresyonist ressamlarla ilgilendi ve «Hayatın Dekorları» adlı eserini çizdi. 1892′de davet üzerine «Hayatın Dekorları»nı sergiledi, ancak büyük skandal yarattığından sergi, sekiz gün sonra kapandı. Bu yüzden Munch’u tutan sanatkarlardan bir kısmı «Berlin Grubu» aldı bir topluluk kurdu.
1894 yılında Munch litografi ve ofort çalışmalarına başladı. 1896-97 yıllarında Paris’te ünlü basımcı Auguste Colt’dan grafik tekniğini öğrendi. Ancak eserleri Fransa’dan çok Almanya’da yankı uyandırdı.
1902′de, koruyucusu ve hayranı Max Linde’nin siparişi üzerine bir «Hayatın dekoru»nu yaptı. 1906′da Ibsen’in «Hortlaklar» adlı eserinin dekorlarını çizdi. 1908′de bir sinir buhranı geçirdi, daha sonra hayat görüşünü daha iyimser bir tutuma yöneltti.
1912′de Köln’deki sergiden sonra, artık Cézanne, Van Gogh, Gauguin, Picasso gibi modem resmin klasikleri arasına girdi. 1910′da Huitsten yakınlarındaki Ramme Çiftliği’ni satın aldı. 1921-22 yıllarında Oslo’da, Freia çikolata fabrikasının yemekhanesinde duvar panoları çizerek, yeni bir «hayat dekorları» yaptı.
1937′de Naziler tarafından dejenere ressam ilan edilerek, 82 eseri toplattırıldı. 1940 yılında, istilacı Alman kuvvetleriyle, işbirliği yapan, Norveç Hükümeti’nin, Norveç Sanat Konseyi’ne katılma teklifini reddetti. 23 Ocak 1944′de Ekely’de öldü.
Munch, gizli sevgilerin, kıskançlığın, ölümün ve hüznün ressamıdır. Norveç sanatını, Fransız empresyonizminin sultasından kurtularak, benliğine kavuşturmuştur.
Tablo, O’nun için, dekoratif ve ruhsal öğelerin bütünlendikleri bir sahadır. Büyük portreciliği, yaratma ve uygulama gücüyle, Alman resim sanatını da etkilemiştir.
İlk tablolarında açık-koyu renk ve plastik efektlerle canlı hatlar görülmektedir. Giderek, empresyonist öğelerden tamamen uzaklaşarak, eserlerindeki görüş sahasını belirlemeyip şekilleri, tüm coşku ve tutkularıyla yansıtmaya başlamıştır. Kullandığı renkler, kazınarak silinmiş gibidir, hasta ezik bir ortam yaratmaktadır. Munch daha sonra, ilkel ve karanlık kuvvetlerin yönettiği sembolik bir dünyaya yönelip kişinin yalnızlığını, zavallığını, yaşama ve ölüm korkusunu, kıskançlığını, hırsını, gerilimini, cinsel kavgasını, acılarını, karşılıklı suçlamalarını; yani yeryüzündeki çarpıcı bir cehennemi canlandırmıştır.
Kadın, onun gözünde, cinsel, şeytani, acımasız, kötü bir varlıktır. Erkeği baştan çıkararak hiç eder, başarılarından korkunç bir zevk duyar. Kadınlarla ilgili karamsar düşüncelerin nedeni, Munch’un kişisel deneylerindeki başarısızlığı, heyecanlı ve huzursuz iç dünyasıdır.
Eserlerindeki ortam bu yüzden şeytani ve görkemlidir. Karanlık, ürkütücü ve huzursuzdur.
Yaşlılık döneminde ise Munch, özellikle kendine yönelmiş, iç dünyasını duygularını tanımaya çalışmış ve sonunda kendini şöyle anlatmıştır: «Verebileceğim tek şey tablolarımdır, onlar olmadan ben hiçim.»

ÇIĞLIK TABLOSU

Çığlık veya orijinal ismiyle Skrik1893 tarihli bir tablodur. Sanat Tarihinde orijinal adı Boğuntu dur.Norveçli ressam Edvard Munch tarafından yapılmıştır. Birçok eleştirmene göre Munch'un en önemli çalışmasıdır. Resim orijinali 84 cm x 66 cm boyutlarındadır. Resimde ön planda ızdırap çeker gibi görünen bir figür, arka planda ise Ekeberg tepesinden Oslofjord un görünümü yer alır; Oslofjord göğü kan kırmızısı rengindedir.
Munch daha sonraları resimden bir litograf da yapmıştır. Resim özellikle modern kültür ve sanatta büyük bir etkiye sahiptir.
Norveç'in başkenti Oslo'da ressamla aynı adı taşıyan Munch Müzesi'nde sergilenmekteyken bir soygun sonucu Ağustos 2004 tarihinde birkaç tabloyla birlikte çalınmıştır. Çalındıktan iki yıl sonra 31 Ağustos 2006 tarihinde ise bulunmuştur.
Ressamın günlüğü ele alınırsa bu resim Nice'den etkilenerek yapılmıştır. Ressam günlüğünde anlattığına göre iki arkadaşıyla yürümektedir, bu sırada ise güneş batmaktadır ve kan kırmızısı rengindedir. Ressam kendini yorgun hissetmiş ve trabzanlara yaslanmıştir. İki arkadaşı ise yürümeye devam etmiştir. Ressam bu sırada doğanın çığlığını hissettiğini günlüğünde dile getirir. Ressam bu resmi yaparken hastadır ve bu yorgunluğunun oradan geldiği düşünülür. Amerikan sanat tarihçisi
Robert Rosenblum'a göre bu resimdeki insan figürünün yüzü Paris'teki Musée de l'Homme'da bulunan Peru'dan gelmiş olan mumyanın yüzünden etkilenerek yapılmıştır.

17 Aralık 2013 Salı

                                                     

                                   TOLUNOĞLU SANATI

      Tolunoğullar Kimlerdir ?

 Mısır'da kurulmuş İslam devletidir. Kurucuları Türk kökenli hanedanın iktidarda olduğu Mısır devletidir. Halkın çoğunluğu Araplardan oluşmaktaydı. Türk yönetiminde Mısır'da kurulan ilk devlettir. Bu devletin döneminde Mısır bayındır hale getirilmiş, han, hamam, cami gibi sosyal ve dini tesislerle donatılmıştır.
Oğlu Humareveyh döneminde elden çıkan Suriye tekrar geri alınmıştır. Bu dönemde ekonomik nedenli ayaklanmalar çıkmıştır. Tolunoğullarında devletin temeli güçlü bir orduya dayanıyordu. Ordu, Türk askerlerinden oluşuyordu. En güçlü dönemi kurucusu Türk asıllı Fergana'dan gelme asker kölesi olan Ahmed Bin Tolun dönemidir. Mısır, Tolunoğullarıyla birlikte ilk kez bağımsız olarak yönetilmiştir. Ahmet bin Tulun ekonomi alanında yaptığı düzenlemeler ile Mısır tarihinde yer edinmiştir. Bu dönemde Filistin, Bingazi, Suriye (878'den itibaren), Antakya ve Mersin alınmıştır.

      Tolunoğulları Mimari Eserleri

 Tolunoğulları döneminde Mısır, mimaride altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde yapılan Ulu Cami ve Tolunoğlu Ahmet Cami Kahire'deki en önemli mimari eserlerdir.

                                                           TOLUNOĞLU AHMET CAMİ / ULU CAMİ



     Tolunoğlu Ahmet Cami'nin bitişiğinde hamam ve eczane vardı. Tolunoğlu Ahmet,kurmuş olduğu "Maristan"            adını verdiği hastane ve eczane için 60.000 dinar ayırmıştı.Hastaneye esir,asker,zengin veya fakir herkes             alınır.hastalardan tedavi için herhangi bir ücret alınmazdı.Nil Nehri üzerinde bentler ve su kanalları yaparak tarımı geliştirdi. 905 yılında taht kavgaları nedeniyle Abbasiler tarafından yıkılmıştır.

    

Emeviler döneminde Şam Emeviye Camii bugünkü görünümü aldı. Camide plan şeması olarak Medine’deki Mescid-i Nebevi örnek alındı. Kıbleye doğru enine genişleyen kapalı, üç nefli yapı, ardında enine dikdörtgen bir avlu ve avluyu çeviren revaklar ile bu revakların arkasında odalar... Tarih boyunca nice dinî ve ilmî çalışmaya merkez teşkil eden bu odalardan bir tanesi öyle bir eserin vücut yeridir ki insan duyunca şaşırır kalır. Büyük Selçuklu Devleti döneminde, meşhur Nizamiye Medreselerinin baş rektörü diyebileceğimiz İmam Gazali Hz., vazifesinden ayrılacak, bu camide bir odaya kapanacak ve 11 sene boyunca kaldığı bu mekanda İhya-yı Ulumiddin adlı eserini hazırlayacaktır. Demek ki camiler tarihte, büyük eserlerin vücuda getirildiği mekanlar olarak da hizmet etmişlerdir. Meşhur bir Arap atasözü vardır: “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” (Bir mekanı şerefli kılan, oradaki şereflilerdir). Elbette ki tarihte öyle camiler vardır, nice kıymetli zat oraya uğramış, bu mekanda ona ait bir emanet muhafaza edilmiştir.

7 Kasım 2013 Perşembe

                                 

   ÇİN SANATI NEDİR?


Dünyada devam eden az sayıdaki geleneksel sanatlardan biri olan Çin Sanatı, 7000 yıl öncesine dayanmaktadır. İmparatorluk ailesinin güçlü olduğu dönemlerden bu yana devam ettiği de söylenebilir (Örneğin Ming ve Sung zamanından bu yana). Çinli sanatçılar oyma sanatı, heykel, şiir, bronz, kaligrafi, resim ve mimarlık dallarıyla ilgileniyorlardı. Çin resmi ve kaligrafi sanatları birbirlerine oldukça yakın sanatlardı; fırça, mürekkep, kağıt ya da ipek malzemeler gibi malzemeler kullanılıyordu. Evrenin karmaşık ahenginin kurallarından ve evrenin ruhundan ilham almaktaydılar. Çin sanatının tüm dallarında görülen sembolizm ve kompozisyonlardaki elemanların tümünün eşit önem taşıması ilgi çekicidir. Güzellik soylu bir tema olmaksızın asla varolmaz. 


 TERRAKOTA



ŞİAN - UNESCO Kültür Mirasları listesinde bulunan Terra Kotta askerleri, 1970' li yıllarda ilk kez bölgede süren kuraklık sırasında kuyu açmak üzere çalışan 4 işçi tarafından bulundu ve önceden hakkında kesin bilgi olmayan yer altı ordusunu ortaya çıkarmak için arkeolojik çalışmalar başlatıldı.
Askerler ve mezar bölgesinin keşfine müteakip başlatılan çalışmalar, bu askerlerin sıradan toprak asker ve heykeller olmadığını da ortaya çıkardı. Zira yaklaşık 8 bin kişilik olduğu tahmin edilen dev yer altı ordusu, dönemin silahları, topraktan atları ve diğer araç ve gereçleriyle birlikte gömülmüş.
Terra Kotta'ların en büyük ve şaşırtıcı özelliklerinden biri ise her birinin yüzünün farklı olarak yapılması.
 TERRAKOTALARIN TARİHİ
İmparatorun mezarı ve Terra Kotta askerleri günümüzde hala gizemini koruyan dünyadaki eşsiz eserlerden biri olmasının yanı sıra yapılışındaki gizemleri ve azametiyle de ilginç bir hikayeye sahip.
Tarihçiler, Terra Kotta'ların M.Ö. 210 yılında yapıldığını savunuyor. Çin'de "ilklerin imparatoru" olarak bilinen Çin Şı Huang, dönemin Cao beyliğinde doğmuş ve birçok beylikten oluşan tüm coğrafyadaki Çin uluslarını ilk kez birleştirerek tek devlet adı altında toplayan imparator unvanı alan ilk lider olarak tarihe geçmiş.
İmparator Çin'in 13 yaşında tahta geçtiği, aynı zamanda Çin Seddi'nin inşasını da başlatan imparator olduğu belirtiliyor.
Yapımında 700 bin civarında işçinin çalıştığı dev mezar 37 senede yapılmış. Bölgede 600 civarında yer altı ordusunun bulunduğuna benzer çukur olduğunu belirten uzmanlar, henüz bunlardan 25'inin açıldığını kaydediyor.
Açılmayan birçok çukurun hala gizemini koruduğu ifade edilirken, bazı çukurların askerler dışında dev odalardan oluştuğu, bazılarının ise boş olduğu belirtiliyor.

TOPRAK ASKERLERİN GİZEMİ
İmparatorun ordusunda bulunan binlerce askerin heykeli, kıyafetlerinden ten rengine kadar, yüzleri bire bir taklit edilerek yapılmış. Halen küçük bir bölümü gün ortaya çıkarılan askerlerin tamamı, heykellerin kimyası halen çözülemediği için gün yüzüne çıkarılmıyor.
Bunun başlıca nedeni ise heykellerin bir hafta içinde orijinal hallerini kaybederek toprak rengine dönüyor olmaları. Uzmanlar, bu dönüşümün nedenini belirlemeye çalışıyor.
Dev yer altı ordusundan bugüne kadar iki bin civarında askerin gün yüzüne çıkarıldığı, ancak boya ve renk hususunun hala gizemini koruması nedeniyle 6 bin civarındaki askerin yerleri tespit edildiği halde gün yüzüne çıkarılmadığı belirtiliyor.
Terra Kotta askerlerinin halen üç ayrı çukurda sergilendiği belirtilirken, çukurlardan en büyüğü ağırlıklı olarak piyade askerlerin heykellerinden oluşuyor.
ORDU SAVAŞA HAZIR Bu gizemli ordu ayrıca sıradan bir şekilde dizilip, gömülmemiş. Farklı rütbelerde ve sınıflarda olan askerler dönemin en ileri savaş nizamına ve stratejisine uygun şekilde, savaş meydanında savaşa hazır konumda duruyor.
Ordu, okçu birlikleri ile öncü, orta ve arka birliklerin yanı sıra destek birimlerinden oluşuyor. Çukurların birinde de imparatorun merasim taburu kendi düzeni içinde bulunuyor. Askerlerin yanında döneme ait 10 bin civarında bronz silah da duruyor.
Dev yer altı ordusu bir define olarak nitelendiriliyor ve içerisinden çıkan unsurlarla o dönemin teknoloji, sanat ve kültür dünyasına ışık tuttuğu belirtiliyor.
Terra Kotta savaşçıları olarak da adlandırılan askerlerin ellerinde savaş öncesi hazır durumda tuttukları silahlarla gömüldüğü, silahların gerçek ve bronzdan olması nedeniyle günümüze kadar bozulmadan ulaşabildiği ifade ediliyor.
Toprak askerlerin yapılış tekniğinin de dönemin teknolojisinin ne kadar ileride olduğunu gösterdiğine dikkat çekiliyor. Her bir asker ve atın kile şekil verilmek suretiyle yapıldığı, ardından heykellerde açılan bir delikle 300 ile 900 derece arasında fırınlandığı belirtiliyor. Uzmanlar, deliklerin yüksek sıcaklıklarda çömleklerin patlamaması için açıldığını ve daha sonra kapatıldığını kaydediyor.
Taş askerler imparatorun dev mezarının sadece 1,5 kilometrekarelik alanını oluşturuyor.

JAPON SANATLARI

ORIGAMI 









Origami, geleneksel Japon kâğıt katlama sanatıdır. "Origami" sözcüğü, katlamak 
anlamındaki "oru" fiili ve kâğıt anlamındaki "kami" sözcüklerinden oluşmaktadır. Origami 
sanatında, tek bir parça kâğıdı çeşitli şekillerde katlamak yoluyla kâğıda farklı biçimler 
vermek amaçlanır. Biçimler oluştururken kâğıt kesilmez, parçalanmaz veya tutkalla 
yapıştırılmaz. Her yaştan kimsenin rahatlıkla yapabileceği bir sanat olması dolayısıyla, 
Japonya’da en yaygın ve sevilen el sanatlarının başında gelmektedir.

SADOO 

http://www.youtube.com/watch?v=Oi34GYP_yz8&ytsession=b7-kmHP8P0ufWbUqCaOqBG2z293zoFZwCaPpBgL6wYS4aKOXtAr2ltbZJeIU8m6jBZrAGJcL8E0FqBSd_lyUWGaXVsbISqCoXxtxO7_jMFJRJx7gTuQhSXe5pTYqnPwuugDoc1xY1K4RKdP-b7kZZwDZ_fj7r_RWcqD3tByIz12GGy4WJgRGibZDgQkT2BqB_Hr8Bit3E8n1wFd8mqnJidBuJwn9MVRysYKrFc8Jwfic4YxLg5Qc9kc9t0L9iOdBpdvroUDBmzTCxVFr1uq23jBMuR1Qs9qi

Sadoo (veya diğer adlarıyla Çadoo, Ça-no-yu), geleneksel Japon çay seremonisi 
sanatıdır. "Sadoo" sözcüğü, çay anlamındaki "sa" ve yol anlamındaki "doo" sözcüklerinden 
oluşmaktadır. Kökeni Zen Budizmine dayanan bu sanat, günümüzde geleneksel Japon 
sanatları içerisinde önemli bir yere sahiptir. 
Çay seremonisi, özel olarak yapılmış ve düzenlenmiş çay odalarında (chaşitsu) icra 
edilir. Çay seremonisi sırasında birçok farklı malzeme ve obje kullanılır. Sadoo, kuralları 
oldukça katı olan bir sanattır. Gerek çayı sunan kişinin, gerekse seremoniye misafir olarak 
katılan kişilerin bilmesi ve uyması gereken pek çok kural bulunmaktadır. Çay seremonisini 
başarıyla gerçekleştirebilmek uzun yıllar süren bir eğitim ve tecrübe gerektirir. Bu sanatta 
birçok farklı ekol bulunmaktadır. 


SHODOO 

Shodoo, geleneksel Japon güzel yazı (kaligrafi) sanatıdır. "Shodoo" sözcüğü, yazı 
anlamındaki "sho" ve yol anlamındaki "doo" sözcüklerinden oluşmaktadır. Kökeni Çin’e 
dayanan bu sanat; Heian döneminden (794-1185) itibaren, bir Japon sanatı olarak kendine 
özgü bir çizgide gelişimini devam ettirmiştir. 
Shodoo, Japonya’da okullarda öğretilen bir sanattır. İlkokul müfredatında zorunlu 
ders olan shodoo; ortaokul ve liselerdeyse seçmeli ders olarak verilmektedir. 
Shodoo; özel fırça, kâğıt, mürekkep (veya mürekkep taşı) yardımıyla yapılır. Diğer 
birçok geleneksel Japon sanatında olduğu gibi, shodoo’da da kişinin ustalık düzeyini 
ölçmek için yapılan çeşitli sınavlar ve başarılı olanlara verilen ustalık dereceleri vardır.


KADOO 

Kadoo (veya diğer adıyla İkebana), geleneksel Japon çiçek düzenleme sanatıdır. 
"Kadoo" sözcüğü, çiçek anlamındaki "ka" ve yol anlamındaki "doo" sözcüklerinden 
oluşmaktadır. Kadoo sanatında; çeşitli çiçek, dal ve bitkilerin uyumlu bir şekilde 
kompozisyonu amaçlanır. 
Temeli Budizme dayanan bu sanat, 15.yüzyıldan itibaren bir Budist ritüeli 
olmaktan çıkarak bağımsız bir sanat haline gelmiştir. İlerleyen dönemlerde ise, farklı ekol 

ve anlayışlar ortaya çıkmıştır.


RAKUGO 

Rakugo, geleneksel Japon güldürü sanatlarından birisidir. "Rakugo" sözcüğü,
düşmek anlamındaki "raku" fiili ve kelime anlamındaki "go" sözcüklerinden oluşmaktadır.
Bu sanatı icra eden kişilere "rakugoka" adı verilir. Sanatçı, sahnede bir minderin
üzerine oturur ve çeşitli esprili konuşmalar yaparak seyircileri güldürür. Bu sanatta, usta-
çırak ilişkisi çok önemlidir. Rakugo sanatçıları, çoğunlukla bir ustanın yanında yetişir ve
ustalarından aldıkları bir sahne ismini kullanırlar. Bu sanatı babadan oğula devreden ve
nesiller boyu rakugo ustası yetiştiren aileler de bulunmaktadır.
Sanatın geçmişi oldukça eskilere dayanmakla birlikte, popülerlik kazanması
17.yüzyıldan itibaren olmuştur. Son yıllarda, rakugo sanatının İngilizce başta olmak üzere

çeşitli dillerde de uygulamaları görülmektedir.

KABUKI 

Kabuki, geleneksel Japon sahne sanatlarından birisidir. "Kabuki" sözcüğü,
etimolojik olarak eğilmek, bükülmek anlamındaki "kabuku" fiilinden türemiştir. Ancak, bu
sözcük günümüzde şarkı, dans, beceri anlamlarına gelen üç karakterle yazılmaktadır.
Kabuki, tiyatro, dans ve şarkının iç içe geçtiği bir gösteri sanatıdır. 2009 yılında UNESCO
tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras listesine dâhil edilmiştir.
Kabuki, 1600’lü yıllarda Şinto tapınaklarında yapılan dini bir dans olarak ortaya
çıkmıştır. Önceleri kadınlar tarafından icra edilen bu sanat, daha sonra sadece erkeklerin
yaptığı bir gösteri haline gelmiştir. Kabuki, özellikle 17. yüzyıldan itibaren Japonya’da
büyük bir popülarite kazanmıştır.
Kabuki; sahne dekoru, sanatçıların performans özellikleri, oyunların konusu gibi
bir çok açıdan kendine has özellikler taşıyan bir sahne sanatıdır.

HAIKU


Dünyanın en kısa şiiri olarak da bilinen haiku, Japon edebiyatına özgü bir şiir
formudur. Haiku, her bir mısrası 5-7-5 hece ölçüsüyle yazılan ve toplam üç mısradan
oluşan bir şiir şeklidir. Şiir içerisinde muhakkak mevsime ilişkin bir ifadenin bulunma
zorunluluğu, haiku’yu diğer şiir türlerinden ayıran önemli bir özelliğidir. (Son yıllarda,
serbest vezinle ve mevsim ifadesi kullanmadan yazılan haiku şiirleri de yeni bir tarz olarak
popülerlik kazanmıştır.)
Haiku şiirinin en önemli temsilcisi; hiç şüphesiz, Matsuo Bashoo (1644-1694)’dur.
Girişte yer alan şiir, dünyanın belki de en meşhur haiku şiiridir. Şiirde geçen kurbağa figürü
ilkbaharı simgelemekte ve bu şekilde mevsim ifadesi yerini de tutmaktadır.
Batıda haiku şiirinin tanınması ve yaygınlaşmasıyla, Japonca dışındaki diğer
dillerde de haiku şiirlerinin yazıldığı görülmektedir.
Ülkemizde haiku şiirinin başarılı uygulayıcılarının başında ise Orhan Veli Kanık
gelmektedir.

UKİYO-E

tahta blok baskı yöntemiyle yapılan japon resim sanatı.

değişken dünyanın resimleri * anlamına gelmektedir. 

16. yüzyıldan sonra yapılmaya başlanmış, çoğunlukla güncel hayata dair tasvirler, manzaralar, tarihsel olaylar vs. işlenmiştir.